Ekonomik Buhranın Gölgesinde Bir Ülke: Türkiye”

Yazan: Bir Kalem, Bir Vicdan

Sokaktaki simitçinin, minibüste yolculuk eden öğrencinin, emekli maaşıyla markete girip sadece bir poşetle çıkan annenin gözlerinde ortak bir ifade var: Yorgunluk. Bu yorgunluk sadece fiziksel değil; ekonomik olarak ezilmişliğin, belirsizliğin ve çaresizliğin gölgesinde büyüyen bir ruhsal yorgunluk.

Türkiye, son yıllarda derin bir ekonomik buhranın içine sürüklendi. Enflasyon, sadece rakamlarda değil, hayatın her alanında kendini hissettiren bir gerçeklik haline geldi. Her sabah yeniden etiketlenen raflar, maaşı cebe girmeden eriyen çalışanlar, ev hayali kuramayan gençler… Bu tablo artık sıradanlaştı.

Peki, bu noktaya nasıl geldik?

Ekonomik krizin temelinde birçok neden var. Öncelikle, düşük faiz - yüksek büyüme ısrarı, uzun vadede ekonomiye büyük zarar verdi. Merkez Bankası’nın bağımsızlığının tartışmalı hale gelmesi, para politikasının güvenilirliğini sarstı. Faiz indirimiyle enflasyonun düşeceği varsayımı, bilimsel temellerden uzak bir politikaydı. Sonuç mu? Enflasyonla faiz arasındaki doğal bağ koptu, TL’nin değeri hızla düştü.

Öte yandan, yüksek dış borç ve cari açık gibi yapısal sorunlar, Türkiye ekonomisinin kırılganlığını artırdı. Enerji ve ham madde ithalatına dayalı üretim modeli, küresel krizlere açık hale getirdi ülkeyi. Pandemi sonrası bozulan tedarik zincirleri ve Rusya-Ukrayna Savaşı gibi dış gelişmeler, enflasyonun tuzuna biber ekti.

Ancak unutulmamalı: Kriz yalnızca rakamlardan ibaret değildir. Kriz, gencin yurtdışına gitme hayali kurmasında, küçük esnafın kepenk kapatmasında, asgari ücretlinin geleceği hayal bile edememesindedir.

Bu noktada çözüm var mı? Elbette var. Ama acısız bir çözüm yok.

Öncelikle şeffaflık ve güvenin yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Merkez Bankası’nın tam bağımsızlığı sağlanmalı, enflasyonla mücadelede kararlı ve rasyonel adımlar atılmalıdır. Faiz politikası, siyasi değil ekonomik gerçekler üzerinden şekillenmeli.

İkinci olarak, yapısal reformlar kaçınılmaz. Tarımda ve sanayide üretim odaklı politikalara geçilmeli. Eğitim, hukukun üstünlüğü ve dijitalleşme alanlarında atılacak adımlar, yatırımcı güvenini artıracaktır.

Ve elbette ki sosyal adalet… Bu süreçte dar gelirli kesimlerin yükü hafifletilmeli. Vergi adaleti sağlanmalı, kamu harcamalarında şeffaflık artırılmalıdır.

Türkiye, geçmişte nice fırtınalar atlattı. Bu krizi de atlatabilir. Ama öncelikle hataları kabul etmek, ezberleri bozmak ve bilimsel akla sarılmak gerekir. Çünkü ekonomi, duayla değil; doğru politikalarla düzelir.

Ve belki de en önemlisi: Bu ülkenin yorgun insanlarına umut vermek gerekir. Çünkü umut, enflasyondan da değerlidir.